Kahraman - Sue Ragland
Annemin anne ve babası Macarlar ama büyükbabam Almanya’da eğitim görmüş. Macarca ana dili olmasına karşın, konuştuğu tüm diller içersinde Almancayı tercih etmiş. Dokuz dilde diyalog kurmakata zorluk çekmiyormuş ama en rahatı Almancaymış ona göre. Her sabah işine gitmeden önce Amerikan olan ve New York’da basılan Almanca gazetesini okurmuş.
Büyükbabam ailesinden Amerika’ya gelen tek kişiymiş. Aynı zamanda Avrupa’da yaşayan akrabaları da varmış. I. Dünya Savaşı çıktığında, tek erkek çocuğu olan dayımın savaşa katılması gerektiğini anlayıp kara kara düşünmeye başlamış büyükbabam. Çünkü bu iki kuzenin birbirleriyle savaşması demekti. Savaşın ilk günlerinde, büyükannem ondan artık Almanca gazeteyi almayı bırakmasını, onun yerine İngilizce bir gazete almasını ısrar edip durmuş. Büyükbabam ise gazetenin Almanca olmasının onu bir Alman gazetesi kılmayacağını, onun sadece Alman diliyle basılan bir Amerikan gazetesi olduğunu belirterek büyükannemi bu saçma fikrinden caydırmaya çalışmış. Fakat büyükannem, komşuların büyükbabamı o gazeteyi okurken görüp onu Alman sanmalarını istemediği için ısrarlarına devam etmiş. Bu baskıya daha fazla dayanamayan büyükbabam Almanca gazetesini sonunda okumamaya karar vermiş.
Bir gün, dayım Milton için kaçınılmaz olan askere alınma bildirisi gelmiş. Büyükannem ve büyükbabam çok üzgünlermiş ama dayımın küçük kız kardeşi, annem, heyecanlıymış. Çünkü asker abisiyle övünebilekmiş. O zaman sadece on yaşındaymış annem. Küçük kızkardeşi ve onun arkadaşları tarafından sevildiğini gören dayım, gidip onların hepsine, insanların askerde sevdikleri olduğunda taktıkları ufak rozetlerden almış. Küçük kızların hepsi bundan çok hoşlanmışlar. Ayrılma günü gelip çattığında, üniformalarıyla tüm birlikler aynı tren istasyona gelmişler. Annem de arkadaşlarıyla onu uğurlamaya gitmiş. Bir bando, marşları çalıyormuş. Herkes rozetlerini takmış ve elerindeki küçük Amerikan bayraklarını sallayarak bu yeni askerleri uğurluyorlarmış.
Zaman gelmiş ve askerlikle ilgili hiç bir eğitimleri olmayan tümü acemi askerler trene binmeye başlamışlar. Bir yandan bando çalmakta, bir yandanda kalabalık alkışlamaktaymış. Belki hiç kimse fark etmemişti ama tek oğlunun da savaşı gidiyor olması büyükannemi hüzünlendirmişti. Tren sanki yolcularını sürüklediği kaderi biliyormuşcasına gürlemiş ve hareket etmeye başlamış. Alkışlarla sallanan bayraklar ve çalan bando eşliğinde tren istasyondan kalkmış.
Tren yaklaşık bir kilometre yol aldıktan sonra aniden durmuş. Bando çalmayı bırakmış, alkışlar kesilmiş. Herkes büyük bir merakla trenin geri dönüşünü seyrediyormuş. Zaman durmuş sanki. Ta ki kapılar açılıp trendekiler inene kadar… İçlerinden biri “ Bu bir mütakere. Savaş artık sona erdi! “ diye haykırmış. İkişerli sıralar halinde bandonun çaldığı Zafer Marşı eşliğinde, birer kahraman olarak karşılamışlar kalabalık tarafından. Geçit töreni bittiğinde ordudaki görevleri de bitmiş demekti. Annem o günün mükemmel bir gün olduğunu söylemiş. Ama abisinin askerliğinin bu kadar kısa sürmesi onda hafif bir hayal kırıklığı da yaratmış aynı zamanda. Ertesi gün dayım işine geri dönmüş, büyükbabamda öldüğü güne kadar okumaya devam edeceği Almanca gazetesini tekrar okumaya başlamış.
Çeviri: Fahrettin Boylu