KEŞKE ERKEK OLSAYDIM
Çeviri: Kerim AKAT
“Keşke erkek olsaydım…” bu, küçük güzel Mollie Mathewson’ın Gerald’dan istediğini yapmadığı zaman söylediği şeydi ki bu sıklıklaydı.
Bu, böyle hoş bir sabahta küçük yüksek topuklu terliklerinin çıkardığı seslediği şeydi ve sadece eşine ilk defa vermeyi unuttuğu ve ikincisinden de korktuğu, uzun “hesap özeti” yüzenden eşinin çıkardığı yaygara içindi. Artık eşi bunu postacıdan kendisi almıştı.
Mollie “doğru kadın tipiydi”. “Doğru bir kadın” nasıl saygıyla söyleniyorsa, o bunun güzel örneğiydi. Elbette küçüktü ama her doğru kadım büyük olamazdı. Elbette güzeldi ama her doğru kadın sade olamazdı. Tuhaf, kaprisli, çekici, değişkendi. Güzel kıyafetlere yakışan ve her zaman “harika giyinen”, olağan dışı övgüyü hak edendi. (Övgü kıyafetlere hitap etmez; bazıları giymesini beceremez. Bazılarına hitap eder ve onlar öyle giyerler; kıyafetler üstlerine öyle oturur ki bu çak az rastlanır.)
Ayrıca “toplumsal yeteneği” ve “toplum sevgisi” olan, sadık bir anne seven bir eşti. Pek çok kadınlar gibi sevgi dolu, eviyle gurur duyan ve gücü yettiğince evi için gayretli olandı.
Eğer doğru bir kadın varsa, bu Mollie Mathewson’dır; yine de bir erkek kalbi ve ruhu dilerdi hep.
Ve birden oluverdi.
Patikada yürüyen, dik ve köşeli omuzlu; her sabahki gibi tren yetişmek için koşuşturan Gerald’ı artık ki bu mizacının bazı halinde itiraf edilmeliydi.
Sözleri kulağını gıdıklıyordu; sadece son sözü değil daha öncekileri birçoğu da. Dudağını sımsıkı kapatıyordu, üzüleceği bir şeyi söylememek için. Ancak küçük kız, bulunduğu durumda boyun eğmeyi değil; üstün gurur, zayıflığın çekiciliğini ve mizacına rağmen “Ona karşı kibar olmalıyım” diye hissediyordu.
Bir adam! Farklılığı hissedebilecek bir bilince sahip gerçek bir adam.
Başlangıçta ekstra büyüklüğün ve kilo ile bedenin verdiği gülünç duygu vardı. Eller ve ayaklar tuhaf bir şekilde büyük görünüyordu. Uzun, düz, özgür bacakları patikada ileri doğru adım atıyordu ki bu ona köy yolundaymış gibi hissettirdi.
Bu tez geçti ve gittiği her yerde biraz daha olgunlaşıyordu. “Doğru beden” olmanın verdiği yeni ve hoş duyguyu tattı.
Artık her şey yakışıyordu. Sırtı koltuğa oturuyor, ayakları özgürce yere basıyordu. Ayakları? ... Ayakları! Okul günlerinden bu yana yere basarken hiç böyle rahat ve özgür hissetmemişti; (Yürüdüğünde ayakları sağlam ve güvenilir basıyordu; hızlı, çevik, güvenli.) tıpkı farkında olmadığı bir güç tarafından arabanın arkasından koşup, yetişip bindiği zamanki gibi.
Diğer bir güç değişiklik için uygun bir cepte aranıyordu; aniden dışarı kondoktör için bir nickel ve haberci genç için bir penny çıkardı.
Bu cepler açığa vurma gibi oldu. Elbette biliyordu orada olduklarını, saymıştı, onlarla neşelenmişti, hatta yerinmişti; cepleri olmanın ne hissettirdiğini hiç hayal etmemişti.
Acil durumlarda istediği an elde edebileceği için, gazetesinin arkasında bilincine tuhafça bir cebinden diğerine geçmesine müsaade etti. Puro kutusu ona sıcak bir rahatlama hissi verdi. (Doluydu; sıkı bir şekilde dolma kalemini tutuyordu. Anahtarlar, kurşun kalemler, mektuplar, dökümanlar, kontrol defteri ve hesap dosyası dolma kalemin kafasına dokunmadığı sürece güvendeydi). Bir keresinde, içini titreten güç ve gururla hayatı boyunca hiç hissetmediğini hissetti; paraya sahip olma, kendi kazandığı paraya. Onunki vermek yada saklamak; yalvarmak, takılmak, dil dökmek kendisi için.
Bu hesap, (Neden Mollie’ye gelmiş olsun ki) onaydı. Gerald elbette ödemişti, gider olarak ve hiç ona bahsetmedi.
Sonra, o olarak, cebindeki parlara rağmen oraya öyle rahat oturdu ki kendisine para hakkındaki uzun hayat bilincini canlandırdı. Delikanlılığı; istekler ve hayaller, hırslar, gençliği; onun için iyi bir yuva kurma düşüncesi. O yıllar tehlikelerin, dikkatlerin ve umutların ağıyla, şimdi ise bir plan için bir cente ihtiyaç duyduğunda dikkatsizliğin ve uygunsuzluğun anlamına geliyordu. Ayrıca insanlar böyle uzun “hesap özetini” sevmezlerdi.
“Kadınların iş duygusu yok” diye mırıldanırken buldu kendini. “Ve bütün bu paralar sadece şapkalar için; aptal, kullanışsız, çirkin şeyler için!”.
Bununla birlikte arabada kadınların şapkalarını görmeye başladı; sanki daha önce hiç görmemiş gibi. Erkekler normal, ağırbaşlı, kişisel zevklerde kararlı ve her yaşta ve stilde ayırt edici görünüyordu ki bunu önce hiç fark etmemiş gibiydi. Ancak kadınlar ki…
Bir adam aklı ve gözüyle; saçlarına öylesine oturmuş şapka ile bütün hayatı boyunca özgür davranış hatırasıyla handikapsızdı ve artık kadın şapkasını kabullenmişti.
Oldukça kabarmış saçlar bir kere çekici ve aptaldı. Saçlar her açı, renk ve çarpıklıkla yana yatırılmış, bükülmüş, saçlara işkence edilmiş gibi şekilsiz nesneler takılmıştı. Sonra saçın şekilsizliklerini süsleyen, sert durmasını sağlayan sıvı ve kurdeleler; uçuşan, dağınık yanındaki kişinin yüzüne işkence eden tüyler.
Mollie, hesabı ödeyen bu idolize milyonerin insan kılığına sokulmuş bir maymun gibi görüneceğini ömrü boyunca hayal bile etmemişti.
Yine de Gerald Mathewson diğerleri kadar aptal fakat güzel, tatlı bakan bu bayana arabaya bindiğinde kalktı ve yerini verdi. Ve daha sonra şapkası diğerlerinden daha vahşi, daha canlı ve tuhaf şekilde olan kırmızı yanaklı güzel kız binip onun yanına dikeldiğinde, dalgalı zülüfleri onun yüzüne birkaç kez dokununca, aniden içten gelen dokunma duygusunu yaşadı. Kız binlerce şapkanın altına saklanmak istercesine utandı.
Sigara içilen kısma oturduğunda onu yeni bir sürpriz bekliyordu. Oradaki herkes onun gibi işten eve, evden işe gelip gidenlerdi ve çoğu onun arkadaşıydı.
Kendilerini ona “Mary WAde’in eşi”, “Bella Grant’ın nişanlısı”, “Zengin adam Shopworth” ya da “İyi adam Beale” olarak gizlemişdiler. Sonra da hep birlikte şapkalarını çıkartarak, başlarını eğip selam verdiler, kibar konuşmalar yaptılar; özellikle Bay Beale.
Şimdi gelen adamları olduğu gibi bilen uyanık tanıdıklarının duygularıydı. Bu bilginin temel dayanağı onu hayrete düşürmüştü. Bütün bu konuşmaların dayanağı; delikanlı çağından, berber salonlarındaki ve kulüplerdeki dedikodulardan, sabah akşam tren yolculuğu esnasındaki konuşmalardan, politik ilişki bilgilerinden, iş hayatından, kişilerden ibaretti. O bunu daha önce hiç duymamıştı.
Hepsi bir bir geldi ve Gerald’la konuştu. Oldukça popüler görünüyordu. Ve onlar konuştukça her insanın düşüncelerini içeren yeni bilgi ve anlayış, ürpertici bilginin altında sular altında kalmış bilince döküldü ki bu erkeklerin gerçekten kadınlar için düşündüğüydü.
İyi Amerikan erkekleri neredeyse ordaydı; çoğunlukla evli ve mutluydular ki mutluluk da onlar için genel bir durumdu. Her birinin de aklında, geri kalan düşüncelerinin tamamından ayrı çift hikayeli bölüm bulunuyordu ki burada kadınlarla ilgili duygu ve düşüncelerini saklıyorlardı.
Üst yarısında, hassas duygular, en mükemmel fikirler, en tatlı anılar, “yuva” ve “anne” gibi en içten hisler, en kibar sevgi sözcükleri henüz açık alanlarda görüşülen sevgiliyle paylaşılıyor ve gizli bir heykeli barındıran mabet gözü kapalı tapılıyordu.
Alt yarısında saklı kalmış bilinçler, fikirlerin bütününü tuttukları keskin acıyı uyandırıyordu. Burada, onun saf kalpli kocasında bile, erkeklerin akşam yemeklerinde anlatılan hikayeler, sokakta ve arabalarda duyulan en kötü şeyler, kaba sözcükler, görgüsüz tecrübeler paylaşılmamasına rağmen biliniyordu.
Ve bütün bunlar “kadın” bölümünde olurken aslında beynin geri kalan kısmında gerçekten yeni bilgiler yer alıyordu.
Dünya görmemişti daha önce; sadece kendi büyüdüğü dünyayı görmüştü ki bu yalnız evini kapladığı alandı ve geri kalan “yabancı” ya da “keşfedilmemiş ülke” idi. Ancak dünya erkeklerin dünyası olduğu için onalar tarafında görülüyor ve yaşanıyordu.
Baş döndürücüydü. Çeşitli teknik madde ve metodlarla yapılmış evleri hızlı giden arabanın camından görmek, geçtiği bir köyün sahibinin “kim” olduğu ve onun nasıl bir güce olduğu bilinmeziyle görmek ya da taş döşemelerin başarısızlığını görmek, dükkanları ilgi çekici nesnelerin sergisi olarak değil, ticaretin riske attığı, bazı karlı bir yolculuk gibi görmek şaşırtıcıydı. Bu yeni dünya onu şaşırtmıştı.
Onun hala kafasına taktığı hesabı, Gerald çoktan unutmuştu. Gerald bu adamla “ticaret” konuşuyordu, diğeriyle “politika” ve şimdi de dikkatlice komşusunun sorunlarıyla ilgileniyordu.
Önceden Mollie komşusunun eşine sempati duyardı.
Mollie bu baskın erkeksi bilinçle şiddetle mücadele etmeye başladı. Okuduğu şeyleri, duyduğu konferansı aniden hatırladı ve giderek erkek bakış açısıyla dolmuş beyinlere gücendi.
Ve şimdi caddenin karşısında oturan küçük yaygaracı adam, Bay Miles konuşuyordu. Kendisini beğenmiş bir eşi vardı. Mollie, onun eşinden hiç hoşlanmazdı; ama onun için iyi düşünürdü ve nezakette kusur etmezdi.
Ve şimdi Gerald’la konuşuyor; öyle konuşma ki…!
“Buraya gelmelisiniz” dedi. “Yerimi oturması gereken bayana verin. Düşündükleri zaman anlayamayacakları bir şey yoktur demi?”
“Korkmayın” dedi bir sonraki koltuktaki iri adam. “Düşünecek kadar beyinleri yok, bilirsiniz ki düşünselerdi kafalarını değiştirirlerdi”.
“Gerçek tehlike” muhterem Alfred Smythe, piskopozluğa yükselmek isteyen papaz, zamanın çizgilerini yüzünde taşıyan, ince, uzun adam başladı konuşmaya. “Bu tanrının göstermiş olduğu dünyada sınır aşmak demektir”.
“Onların doğal sınırları belirlenmiştir, sanırım” diye yanıtlayarak başladı söze Dr. Jone. “Fizyolojiden kaçamazsınız, size söylemiştim” diye devam etti.
“Ben bizzat hiç sınırlama görmedim; ayrıca neyi istemesinler” dedi Bay Miles. “Oldukça zengin bir eş, hoş bir ev, bitmez kıyafetler, en son aletler, az görülen mücevherler ve dahası… Bizi fazlasıyla meşgul eder” diye bitirdi sözünü.
Geçeneğin karşısında, yorgun, orta yaşta bir adam vardı. Her zaman şık giyinen bir eli ve üç bekar kızı vardı ki onlarda lüks giyinirdi. Mollie onları tanırdı. Mollie onun çok yoğun çalıştığını biliyordu ve şimdi ona biraz endişeli bakıyordu.
Fakat neşeli bir şekilde gülümsedi.
“İyi misin, Miles” diye sordu. “Bir adam daha başka ne için çalışabilir ki…! İyi bir kadın dünyadaki en güzel şeydir” diyerek sözünü bitirdi.
“Ve kötüsü de en kötüsüdür” diye karşılık verdi Bay Miles.
“Profesyonelce bakıldığında, o hoş görünüşü olan zayıf bir kız” Dr. Jones ağırbaşlılıkla ileri sürdü. Muhterem Alfred Smythe sözlerine ekledi; “O dünyaya kötülüğü getirdi”.
Gerald Mathewson düz oturdu, bilmediği bir şeyler dönüyordu içinde. Ancak buna dayanamıyordu.
“Bana öyle geliyor ki hepimiz Noah gibi konuşuyoruz.” Daha kötüsü olabilirdi dercesine söze girdi.
“Ya da eski Hint Mukaddes Kitabındaki gibi. Kadınların yapamayacağı şeyler vardır; tanrı bilir ki biz erkeklerin de. Lisede ve üniversitede kızların en bizler kadar zeki olduğunu bilmiyor muyuz?” diye bitirdi sözünü.
“Oyunlarımızı oynayamıyorlar” diye soğuk bir şekilde yanıt verdi Papaz.
Gerald kadın ve erkeklerin durumunu tekrar gözden geçirdi.
Mütevazı bir şekilde itiraf ederek; “Ben özellikle futbolda hiç iyi değilim. Bilirim ki kadınlar erkeklere nazaran daha kalıcılar. Ayrıca hayat spordan ibaret değil” devam etti.
Ne yazık ki bu doğruydu. Hepsi, yalnız oturan, cılız giyinmiş, paçavra adamın olduğu geçeneğe baktı. Fotoğraflı olan, ana başlıklı köşe yazısını tutuyordu elinde. Hepsinden çok daha az kazanan biriydi.
“Artık uyanmalıyız” diye tartışmaya devam etti Gerald. “Bana kalırsa kadınlar da insandır. Biliyorum onlar soytarı gibi giyiniyorlar; ancak bu yüzden kimi suçlayabiliriz ki? Bütün bu aptal şapkaları biz icat ettik, bu çılgın modaları biz dizayn ettik ve dahası bir kadın sağduyusuyla giyinecek olsa hangimiz onunla dans etmek ister?” diye bu alışılmadık konuşmayı sürdürdü.
“Evet, onları bize bağlı olmakla suçluyoruz; fakat eşlerimizin çalışmalarına müsaade ediyor muyuz? Etmiyoruz, çalışmaları gururumuza dokunuyor, hepsi bu. Onları her zaman çıkar gözeten evlilik yaptıkları için suçluyoruz; ancak beş parasız, çulsuzun biriyle evlenen kıza nasıl bakarız? Sadece acınası, sefil diye nitelendiririz, hepsi bu. Ve onlar bunu biliyor”.
“Havva ana için; orada değildim ve hikayeyi de inkar edemem ama şunu söyleyeceğim. Eğer o dünyaya kötülüğü getirdiyse, biz erkekler devam edip gelen bu aslanın kısmına sahibiz; buna nedersiniz?”
Şehre geldiler. Bütün iş boyunca, Gerald yeni düşünce ile yabancı duyguların ve Molllie’nin sular altında kalmışları öğrendiğinin çok az bilinciydi.