ANAYOL

Ray Bradbury

Çeviren: Merve Yaldır

Serinletici akşamüzeri yağmuru, işlenmiş dağ tarlalarındaki mısırlara uğradıktan ve kulübenin kuru yeşillikli çatısına hafifçe vurduktan sonra vadiyi ziyarete geldi. Yağmurlu karanlıkta kadınlar püskürük kayalar arasında durmadan çalışarak mısır öğütüyordu. Nemli karanlığın içinde bir yerlerde bir bebek ağlıyordu.

Hernando, tahta sabanı tekrar tarlaya götürebilmek için yağmurun dinmesini bekliyordu. Aşağıda, nehir çamur köpürtüyordu ve yatağında yoğunlaşmıştı. Donmuş anayol, başka bir nehir, hiç akmıyordu; bomboş ve parlayarak uzanıyordu. Bir saat içinde nehir boyunca hiçbir araba gelmedi. Bu, esasında olağandışı bir durumdu. Yıllar boyunca birinin arabasını durdurup “Hey oradaki fotoğrafını çekebilir miyiz?” demediği bir saat olmamıştı. Elinde şaklayan bir kutu ve bozuk para olan biri. Eğer Hernando şapkasını çıkartıp yavaşça tarlaya doğru yürürse, onlar bazen “Biz senin şapkanı giymeni istiyoruz” derdi. Ve onlar, zamanı anlatan veya onları tanımlayan veya başka bir şey değil sadece örümceğin gözleri gibi güneş ışığında parlayan altın dolu ellerini Hernando’ya sallardı. O da şapkasını almak için dönüp geri giderdi.

Karısı sordu:”Bir sorun mu var Hernando?”

“Si(1).Yol. Fena bir şey oldu. Yolun bu kadar tenha olmasına neden olan fena bir şey.

Yağmur, giydiği yeşillikle sarılı ve kalın lastik ayakkabılarını yıkarken, Hernando yavaşça ve kolaylıkla kulübeden uzaklaştı. Giydiği ayakkabıların hikâyesini çok iyi hatırlıyordu. Bir gece, tekerlek tavukları ve horozları patlatarak şiddetle kulübenin içine dalmıştı. Süratle yuvarlanarak yalnız başına gelmişti. Tekerleğin koptuğu araba viraja kadar hızla ilerlemişti ve nehre düşmeden önce bir süre farları açık asılı kalmıştı. Araba hala orada. Herhangi biri nehrin yavaş aktığı ve çamurun durulduğu güzel bir günde onu görebilir. Nehrin en dibinde metali parlayan, uzun, alçak ve çok zengin görünümlü araba yatıyor. Ama sonra çamur tekrar geliyor ve hiçbir şey göremiyorsunuz.

Tekerleğin gelmesini takip eden gün, Hernando ayakkabı tabanlarını tekerleğin lastiğinden keserek şekil vermişti.

Hernando şimdi anayola ulaştı, yağmurda çıkardığı ufak sesleri dinleyerek onun üzerinde dikiliyordu.

Sonra, aniden, sanki bir işaret gibi, arabalar gelmeye başladı. Çok geçmeden yüzlercesi, metrelercesi Hernando’nun yanından hızla akıyordu. Büyük, uzun, siyah arabalar, gürleyerek ve virajları büyük bir hızla alarak Amerika’nın kuzeyine doğru ilerliyordu. Kesintisiz bir rüzgâr ve korna sesiyle. Ve arabalara dolmuş insanların yüzünde Hernando’yu derin bir sessizliğe iten bir şeyler vardı. Arabaların gürleyerek ilerlemesine izin vermek için geri çekildi. Yorulana kadar onları saydı. Beş yüz, bin tane araba geçti ve hepsinin yüzünde bir şeyler vardı. Ama arabalar Hernando’nun bu şeyi anlayabilmesi için çok büyük bir süratle ilerliyordu.

En sonunda sessizlik ve tenhalık geri döndü. Hızlı, uzun, alçak ve üstü açılabilen spor arabalar gitmişti. Son korna sesinin de kesildiğini duydu.

Yol tekrar açılmıştı.

Sanki bir cenaze korteji gibiydi. Ama vahşi, yarış gibi, kuzey tarafına yapılan en gürültülü türden bir merasim. Neden? Hernando sadece kafasını yanlara doğru sallayıp nazikçe parmaklarını ovalayabildi.

Şimdi, sadece son bir araba. Onunla ilgili son bir şey vardı. Dağ yolundaki seyrek ve soğuk yağmurun içinden büyük buhar bulutları çıkartan eski bir Ford geldi. Elinden geldiğince süratli bir şekilde ilerliyordu. Hernando her an arabanın parçalara ayrılmasını bekliyordu. Bu eski çamurla kaplı ve paslı Ford Hernando’yu görünce radyatörden kızgınca kabarcıklar çıkartarak durdu.

“Biraz su alabilir miyiz acaba senor(2)?”

Arabayı genç, muhtemelen yirmi bir yaşında bir adam sürüyordu. Sarı bir hırka, açık yakalı beyaz bir gömlek ve gri bir pantolon giyiyordu. Üstü açık arabada, yağmur O’nun ve arabanın içine sıkışmaktan dolayı kıpırdayamayan beş genç kadının üstüne yağıyordu. Hepsi çok güzeldi ve eski gazete parçalarıyla, kendilerini ve sürücüyü yağmurdan korumaya çalışıyorlardı. Ama yağmur onların parlak giysilerini ve genç adamı ıslatarak onların üstüne yağdı. Saçları yağmurdan dolayı yapışmıştı. Ama aldırmıyorlardı. Hiçbiri şikâyet etmiyordu ki bu tuhaftı. Onlardan önce hep yağmurdan, sıcaktan, zamandan, soğuktan, uzaklıktan şikâyet etmişlerdi.

Hernando başını eğdi.”Size su getireceğim.”

“Oh lütfen acele et!” dedi kızlardan bir tanesi. Kibirli ve korkmuş görünüyordu. Onda sabırsızlık yoktu sadece korku dolu bir istek vardı. Bir turistin isteği karşısında Hernando ilk defa koştu, önceleri böyle istekler karşısında hep daha yavaş yürümüştü.

Bir tekerlek kapağı dolusu suyla geri döndü. Bu da anayoldan bir hediyeydi. Bir öğleden sonra, fırlatılmış bir madeni para gibi arazisine gelmişti, yuvarlak ve parlak. Ait olduğu araba, gümüş bir göz kaybettiği gerçeğinden habersiz, ortadan kaybolmuştu. Şu ana kadar Hernando ve karısı kapağı bulaşık yıkamak ve yemek pişirmek için kullandı, iyi bir kase görevi görmüştü.

Hernando suyu kaynayan radyatöre dökerken, onların felakete uğramış yüzlerine baktı. Kızlardan biri “Oh, teşekkür ederiz, teşekkür ederiz” dedi. “Bunun ne anlama geldiğini bilemesin.”

Hernando güldü.”Bu saatte çok trafik olur. Hepsi tek yöne gider. Kuzey”

Onları üzecek bir şey söylemek niyetinde değildi. Ama oraya tekrar baktığında hepsi yağmurun altında oturuyordu ve ağlıyorlardı. Çok fazla ağlıyorlardı. Ve genç adam omuzlarına dokunarak ve hafifçe sarsarak onları durdurmaya çalışıyordu, ama onlar sayfaları kafalarının üstünde tutuyordu ve ağızları oynuyordu ve gözleri kapalıydı ve yüzlerinin rengi değişti ve ağlamaya başladılar, bazıları sesli bazıları sessiz.

Hernando elindeki yarısı boş kapakla dikiliyordu. Özür diledi; “Ben bir şey söylemek istemedim senor.”

“Önemli değil” dedi sürücü.

“Sorun nedir, senor?”

“Duymadın mı?” diye cevap verdi genç adam, dönerek, tekerleği tek eliyle sıkıca tutarak ve ileriye meyil ederek. “Oluverdi.”

Bu kötüydü. Diğerleri, bunun üzerine; birbirlerine tutunarak, gazeteleri unutarak ve yağmurun yağıp gözyaşlarıyla karışmasına izin vererek daha çok ağladılar.

Hernando sertleşti. Kalan suyu da radyatöre koydu. Rüzgârla simsiyah olan gökyüzüne baktı. Hızla akan nehre baktı. Ayakkabılarının altındaki asfaltı hissetti.

Arabanın yanına geldi. Genç adam elini uzattı ve O’na bir peso verdi. “Hayır.” Hernando onu geri verdi. “Benim için bir zevkti.”

“Teşekkür ederim, çok naziksin” dedi kızlardan biri hala ağlayarak; “Anne, Baba. Evde olmak istiyorum, evde olmak istiyorum. Anne, Baba” ve diğerleri onu tuttu.

“Duymadım senor” dedi Hernando sessizce.

“Savaş!” diye bağırdı genç adam, sanki kimse duyamamış gibi. “Nükleer savaş, dünyanın sonu geldi!”

“Senor,senor “dedi Hernando.

“Teşekkür ederim, yardımın için teşekkür ederim. Güle güle” dedi genç adam.

“Güle güle” dedi hepsi, yağmurun altında, Hernando’yu görmeden.

Araba vitesini ayarlayıp, vadiye doğru ezbere gidip, yavaşça gözden kaybolurken Hernando dikiliyordu. Sonunda o araba da gitti, içinde kafalarının üzerinde gazete tutan ve sallandıran genç kadınların bulunduğu son araba.

Hernando uzun bir süre kıpırdamadı. Soğuk yağmur yanaklarından aşağıya, parmaklarına ve bacağındaki işlenmiş giysiye doğru yağıyordu. Gergin ve sinirli olarak beklerken nefesini tuttu.

Anayola bakıyordu, ama yine kıpırdamıyordu. Uzun süre boyunca da çok fazla kıpırdamayacağından şüphelendi.

Yağmur kesildi. Bulutların arasından gökyüzü görünüyordu. Kötü hafif bir rüzgâr gibi, on dakika içinde, fırtına kaybolmuştu. Tatlı bir esinti ormanın kokusunu ona kadar ulaştırdı. Nehrin yumuşakça ve kolayca, yatağı boyunca ilerlediğini duyabildi. Orman yemyeşildi, her şey çok tazeydi. Evinin arazisine doğru yürüdü ve sabanını aldı. Elindeki sabanla güneşten yanmaya başlayan gökyüzüne baktı.

Karısı başını işinden kaldırıp seslendi. “Ne oldu Hernando?”

“Yok bir şey “ diye cevap verdi.

Sabanı oluğa sapladı ve sertçe eşeğine seslendi; “Burrrrr-o…!”(3) Ve beraberce berrak gökyüzünün altında, derin nehrin yanındaki işlenmiş topraklarının üzerinden zengin tarlalara doğru yürüdüler.

“‘Dünya’ derken ne demek istediler?” dedi Hernando.

1.Si = Evet

2.Senor = Bay

3.Burro = Eşek