Orhan Pamuk Röportajı
Orhan Pamuk: Alo?
Smith: Alo? Orhan pamukla konuşabilir miyim acaba? Alo?
OP: Merhaba.
Smith: Merhaba, Orhan Pamuk’la görüşebilir miyim?
OP:Benim.
Smith: Adım Adam Smith, Stokholm’ deki Nobel kurumunun resmi websitesi adına arıyorum sizi.
OP: Peki.
Smith: Nobel ödülü kazananlarla duyuruların hemen ardından kısa röportaj yapma geleneğimiz vardır bizim.
OP: Peki.
AS: Peki, öncelikle çok ama çok tebrik ediyorum sizi kazandığınız bu…
OP: Çok teşekkür ederim. Bu çok büyük bir onur.
AS: Anladığıma göre New York’taymışsınız. Haberdar olduğunuzda ne yapmaktaydınız?
OP: Uyuyordum ve bir saat içinde belki Nobel’i kimin kazandığı belli olur ve birisi bana da haber verir diye düşünüyordum. Sonra bugün ne yapacağım, işlerim ne diye düşündüm. Biraz da uykuluydum. Sonra telefon çaldı, “Saat yedi buçuk olmuş bile!” dedim kendi kendime. Biliyorsunuz, burası New York ve saate pek alışamadığım için de kendimi çok iyi hissetmiyorum. Sonra telefona cevap verdim ve Nobel ödülünü kazandığımı söylediler.
AS: Sıra dışı bir telefon konuşması olmuş. Ödül açıklandığında basın toplantısında bir alkış tufanı koptu.
OP: Gerçekten mi? Öyleyse harika. Bunu duyduğuma çok sevindim. Harika.
AS: Sitemize de bunu koyduk ve röportajdan sonra girip o anı tekrar yaşayabilirsiniz.
OP: Ben de birçok gazeteci gördüm bu ödülü almamı isteyen ve bu konuda memnunum. Bütün bu detaylardan memnunum. Çok teşekkür ederim bayım.
AS: Nobel edebiyat ödülünü kazanan ilk Türk yazarsınız. Bu durum ödülü sizin için daha da anlamlı kılıyor mu?
OP: Maalesef, bu Türkiye’de ödülü daha da değerli kılar ki bu Türkiye için güzel bir olay, ödülü almayı kastediyorum, ama onu çok hassas ve politik de kılıyor aynı zamanda ve ödülü bir çeşit külfete de dönüştürüyor.
AS: Evet, çünkü bu yıl sizin gündemde olduğunuz bir yıldı.
OP: Öyle.
AS: Bu da etkili olmuştur sanırım. Ödül konuşması özellikle sizin “kendi şehrinin hüzünlü ruhunu arayış” ifadenize gönderme yapıyor. İstanbul hakkında yazma gibi bir alışkanlığınız var, güzel şeyler yazma gibi... Şehrin şu son birkaç yılda insanların hayallerine bu kadar çekici gelmesinde rol oynayan şey nedir, kısaca açıklar mısınız?
OP: İstanbul Avrupa’nın kıyısı, ama tam olarak da öyle değil. O daha çok, “en yakındaki uzak” gibi. Yani hem bir bakıma tanıdık, diğer bir bakıma da “yabancı”. Gizemli, garip, uzlaşmacı olmayan ve tarzı da hiç Avrupai olmayan, aynı zamanda ruhunda Avrupa için çok büyük bir yer bulunduran…
AS: “Hüzünlü ruh” ifadesine dikkat çekerek, hiç görmemişler için İstanbul'u nasıl tanımlarsınız?
OP: İstanbul modernitenin beklenenden daha çabuk bozulduğu ilk modern şehirlerden birisi. Fakirliğiyle beraber şehirdeki geçmişin kalıntıları ona bu hüznü veren. Ama aynı zamanda bu hüznünden de sıyrılmakta olduğunu söyleyebilirim.
AS: Komitenin özellikle dikkat çektiği bir başka boyut, yazılarınızda farklı kültürler arası etkileşimlerle ilgilenmeniz. Tabii ki Türkiye’nin doğu ve batı arasında bulunduğunu söylemek bir klişe olacaktır, ama böyle bir durum kültürler arası çatışmayı gözlemlemek adına tahminen mükemmel bir konum sağlıyor, değil mi?
OP: Doğu ve batının bu buluşması ve uygarlıkların çatışması, son yirmi yılda üretilen en tehlikeli ve korkunç düşüncelerden biri ve şimdi de hizmet ettiği… Bu gerçekdışı teori maalesef gerçekleşmeye başladı, ve bu teori de kültürlerin çatışmasına ve birçok insanın ölümüne yol açıyor.
AS: Çünkü tarih boyunca şimdi umulandan çok daha fazla boyutta karıştı kültürler.
OP: Kültür bir karışımdır. Kültür farklı kaynakların birbiriyle karışımı anlamına gelir. Benim evim İstanbul da bu karışımlardan bir tanesi. İstanbul, aslında, doğu ve batının kültürel olarak zarafetle veya anarşik bir şekilde bir araya gelmesinin bir anıtı ve üstünde durmamız gereken konu da bu. Bu arada röportaj iyi olmaya başladı!
AS: Teşekkürler, çok naziksiniz. Karakterlerinizin birkaç kültürel etkiyi birden barındırdığı söylenir. Demek istediğim sadece doğu veya sadece batı olmaktan öte onlar bir karışım.
OP: Evet.
AS: Sadece Türkçe mi yazıyorsunuz?
OP: Evet. Altı veya yedi tane İngilizce makalem var, uluslar arası dergilerde, Times Literary Supplement’ta, Village Voice’ta.
AS: Yani tahminen…
OP: Ama tabii ki ben bir Türk yazarım ve doğal olarak dilin içinde yaşıyorum. Dil benim, bir bakıma. Gerçekten, bunu kastediyorum.
AS: Peki, sadece Türkçeyle açıklayabileceğiniz bir takım düşünceler var diye farz ediyorum, başka dillerde ifade etmesi zor olan…
OP: Kesinlikle. Çünkü düşünce iki şeyden oluşur; dil ve imgeler, evet, düşüncenin yarısı da dildir. Katılıyorum size bayım, sorunuzu sorabilirsiniz.
AS: Peki, bize herhangi bir konu hakkında örnek…
OP: Tabii ki verebilirim, ama Nobel ödülünü kazandığım günde değil!
AS: Haklısınız, Nobel ödülü aldığınız gün bütün soruları cevaplamak zorunda değilsiniz.
OP: Evet, peki.
AS: İstediğiniz şeyi söyleyebilirsiniz.
OP: Peki, çok teşekkürler bayım.
AS: Peki o zaman, kolay bir soru. Ödülü kazanmanız birçok okurun ilgisini eserlerinizin üzerine çekecektir. Nereden başlamalarını tavsiye edersiniz? Onlara neler önerirsiniz ve ayrıca…
OP: Tabii ki okuyucuya göre değişir, yazar Nobel ödülünü aldı diye kitabı alanlar Benim Adım Kırmızı’yla başlamalılar. Bu kitabı zaten okumuş olanlarsa Kara Kitap’la devam etmeliler. Güncel meselelerle ve politikayla ilgilenen okur ise Kar’a yönelmeli, böyle devam eder bu.
AS: Fevkalade, fevkalade. Eserlerinizi birçok dilde okuyabilecek imkânı olan, ama Türkçe bilmeyen okurlarınız için herhangi bir tavsiyeniz var mı, eserin ruhunu en iyi yansıtan dili seçme adına?
OP: Tabii ki İngilizce şimdi dünyanın dili. Ben de eserlerimi bu dile göre ayarlıyorum, çevirmenimden de gurur duyuyorum ve ona güveniyorum. Dediğim gibi, temel olarak, İngilizce.
AS: Peki, çok teşekkürler.
OP: Ben teşekkür ederim, gördüğünüz gibi ben sorumluluklarını bilen, uslu bir çocuğum! Ev ödevimi de güzelce yapmış oldum!
AS: Hakikaten de öyle! İşbirliğinizden çok etkilendim. Çok teşekkürler.
OP: Güle güle. Şimdi kapatmak zorundayım, temsilcim arıyor ve diğerleri, cevaplamam gereken çok fazla telefon var.
AS: Tabii ki, gerçekten de öyle. Zaman ayırdığınız için teşekkürler. Görüşmek üzere.
OP: Peki, güle güle.
Adam Smith
Çeviri: Ali Osman Aday