Türkiye Sorunsuz Batı Fikir Birliği Tarafında Bir Engeldir.
Kuzey Irak’ a saldırı olasılığı müdahalede evrensel bir fikir birliği olmadığı ve bir Avrupalı kimliği krizi olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Slavoj Zizek
23 Ekim Salı 2007
The Guardian
Geçtiğimiz günler Dick Cheney ve Tony Blair’ın savaşçı parmaklarını Tahran’a doğrulttuklarını gösterdi; ama ikisi de bir ay önce dünyayı İran’ın nükleer programı yüzünden çıkabilecek bir savaşa hazırlıklı olması için uyaran Bernard Kouchner’ın etkisinde konuştular. Fransız dışişleri bakanı “En kötü ihtimale karşı hazırlıklı olmalıyız ki en kötüsü savaştır”, dedi. Başkan Bush’un geçen haftaki nükleer silahlı bir İran üçüncü dünya savaşına neden olabilir iddiasına kaynaklık eden abartılı konuşma Birleşmiş Milletler acil durum destek koordinatörü Sir John Holmes’un “Irak lekesi” olarak adlandırdığı ve kitle imha silahlarının işgal için bahane olduğunu söylediği konuşması ile derinden sarsıldı. Peki böylesine merhametsizce aldatılmışken şimdi neden Birleşik Devletlere ve onun müttefiklerine inanmalıyız ki?
Bununla birlikte, Kouchner’ın uyarısının çok daha endişelendirici bir başka boyutu daha var. Çiçeği burnunda Fransız başkanı Nicolas Sarkozy, ünlü yardımsever Kouchner’ı Fransız dışişleri bakanlığına aday gösterdiğinde, Sarkozy’nin muhaliflerinden bazıları bile bunu hoş bir sürpriz olarak değerlendirdi. Şimdi adaylığın anlamı açık: “askeri insancılık” ideolojisinin geri dönüşü. Askeri insancılıkta sorun “askeri” de değil “insancılık” ta yatmaktadır. Bu öğreti altında, askeri müdahale, politika dışındakilere ve evrensel insan haklarına göre haklı çıkarılıp insani kurtuluş olarak kılık değiştirmekte; böylece buna karşı çıkan herkes silahlı çatışmada düşman hattında yer almakla kalmayıp uluslar arası uygar milletler topluluğuna da ihanet etmektedir.
Yeni evrensel düzende, belirli kuralların(tutukluların muamelesi, bazı silahların yasaklanması vb.) uygulandığı bağımsız ülkeler arasında eski bildiğimiz anlamda çarpışmaların artık olmamasının nedeni budur. Bunun yerine evrensel insan haklarının ihlali ile karşılaşmaktayız; onlar bunları da savaşlar gibi uygun görmemekte ve özellikle Birleşik Devletlere ve yeni evrensel düzenin diğer temsilcilerine doğrudan saldırı durumlarında batılı güçlerin “insanlıkçı barış yanlısı” müdahalelerini istemektedirler. Muhalif gruplar arasında arabuluculuk eden, mahkum alışverişlerini düzenleyen ve bunun gibi daha birçok şeyi yapan Kızıl Haç gibi tarafsız insancıl bir kurum neredeyse düşünülemez. Çarpışmadaki bir taraf için Kızıl Haç’ın görevi zaten bilinmektedir-kendisini savaşan taraflardan biri olarak değil barış ve evrensel düzenin arabulucusu olarak görür.
O halde anahtar soru şudur: Kouchner, Blair ve diğerlerinin adına konuştukları “biz” kimdir? Kimler buna dahil edilmiştir ve kimler dışlanmıştır? Bu “biz” gerçekten uygar toplumların insan hakları adına hareket ettikleri siyasi bir topluluk olmayan bir “dünya” mıdır? Geçen hafta, Birleşik Devletlerin baskısını göze alarak Türk parlamentosunun Kürt isyancıları takip etmek amacıyla Irak’a askeri operasyonları başlatmak için ezici bir çoğunlukla hükümetten izin aldığında bu soruya beklenmeyen bir cevap(daha çok bir karmaşa) aldık. Suriye başkanı Bashar Assad, Türkiye’yi ziyareti sırasında Türkiye’nin “terörizm ve terörist faaliyetlere karşı” harekete geçme hakkını desteklediğini açıkladı.
Her saniye artan teröre karşı savaş bayrağı altında sınır ötesi bir saldırı başlatacak olan Türkiye olasılığı ile bu durum beklenmedik bir misafirin kapalı “biz” halkasına, askeri insancılıkta fiili tekeli elinde tutanların muhitine zorla girmeye çalışmak gibidir. Bu durumu nahoş yapan Türkiye’nin “başkalığı” değil, aynılık iddiasıdır. Böyle bir durumun ortaya çıkardığı şey bir dizi yazılmamış kurallar ve aydınlanmış insanlığın “biz” ini nitelendiren sessiz yasaklamalardır.
Bu Türkiye’nin sorunsuz batı fikir birliği tarafında bir engel olduğu ilk durum değildir. Avrupa Birliği krizi bugün aday üyelik sorunundan daha önemli bir boyuta çıkmaktadır. Kamuoyu yoklamalarına göre, Fransa ve Hollanda’daki şanssız referandumlarda oy çıkmamasının başlıca nedeni Türkiye’nin üyeliğine karşı olunmasıdır. Ret sağcı-halkçı görüşle(kültürümüzü tehdide hayır, göçmen iş gücüne hayır) yada özgürlükçü-çok kültürlülükçü görüşle(Kürtlere karşı muameleye hayır, insan hakları geçmişine hayır) temellendirilebilir. Türk problemi- Avrupa Birliğinin Türkiye ile ne yapacağı konusundaki şaşkınlığı- tamamen Türkiye ile ilgili değil, aynı zamanda Avrupa’nın kendisinin ne olduğu karmaşası ile ilgilidir. Avrupa anayasası ile ilgili çıkmaz ve Avrupalı liderlerin seçmenleri geçen hafta yapılan anlaşmanın referanduma ihtiyaç duymadığına ikna etme çalışmaları Avrupa projesinin şuan bir kimlik arayışı içinde bulunduğunun bir göstergesidir.
Kültürün Tanımına Yönelik Notlar adlı eserinde, ünlü muhafazakar TS Eliot tek seçimin tutuculuk ve inançsızlık arasında olduğu, bir dini ayakta tutabilmek için tek yolun onun gövdesinden çıkmış bir mezhepte yer almak olduğu zamanların varlığına işaret eder. Bugün bizim tek şansımız budur: sadece standart Avrupa mirasından doğan “tutucu bir yan” vasıtasıyla, eski Avrupa’nın çürüyen cesedinden kendimizi soyutlayarak yenilenmiş Avrupa mirasını canlı tutabiliriz. Görev zor, bizi bilinmeyene adım atma riskini almaya zorlamaktadır, ancak bunun tek alternatifi etkili bir ilişki olmaksızın nostaljik kültürel turizme bir varış yeri olan Roma imparatorluğu için Yunanistan ne ise Avrupa’nın da ona dönüşmesi,yavaş çürümesidir.
Çeviri: Eda Elmas Gülay Çaylan
szizek@yahoo.com